Sancaktar Hayrettin Camii ya da Sancaktar Hayrettin Mescidi; İstanbul Suriçi Samatya Teberdar sokakta MS.3. veya 4.yy yapıldığı tarihlenmektedir. Sirkeci-Halkalı banliyö hattının Kocamustafapaşa istasyonundan 500 metre uzaklıkta bulunmaktadır. Caminin çevresi pek çok dükkân ile çevrilidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde camiye çevrilen bir manastırdır. Bugün cami olarak kullanılan bölüm bir manastır kompleksinin yalnızca ayakta kalan küçük bir bölümü olduğu sanılmaktadır. Bu manastırın adının ne olduğu konusunda kesin kabul görmemiş değişik görüşler bulunmaktadır. Yapının Gastrion Manastırı'nın bir parçası olduğu düşünülse de, adı geçen manastırın fazla doğusunda olması nedeniyle bu görüş herkes tarafından kabul görmemektedir. İstanbul'da Komnenos ve Paleologos dönemi Bizans mimari yapıtlarının küçük bir örneğidir. İstanbul'un yedinci tepesinde, Marmara Denizi'ne bakan bir yamaçta bulunan bu yapının, kökeniyle ilgili bilgiler oldukça yetersizdir ve kesinliği tartışmalıdır. Bunlar içinde en yaygın olan anlatıya göre, I. Konstantin'in annesi Helena, 325 yılında yanında Gerçek Haç ve İsa'nın çarmıha gerildiği Galgota'dan toplanmış hoş kokulu bitkilerin içinde olduğu vazolarla Samatya Liman'ndan şehre giriş yapmıştır. Helene, Samatya'da bu yapıya uğrayarak elindeki vazoları buraya bırakır ve burada bir manastır kurar.[ Ama tarihî kayıtlarda Konstantinopolis'te 4'üncü yüzyılın son çeyreğinden önce manastır tarzı dinî yapılara rastlanmaz. Bu nedenle bu sav, büyük olasılıkla bir şehir efsanesinden ibarettir. Gastrion Manastırı'ndan tarihî kayıtlarda ilk kez, 9'uncu yüzyılın başlarında söz edilmektedir. II. Teodora'nın annesi, Teoktista bu dönemde Samatya'dan bir ev almış ve burada bir manastır kurmuştur. Teoktista öldükten sonra bu binaların kurucusu ve sahibi unvanı kızı Teodora'ya geçmiştir. Teodora tahttan indirildikten sonra kardeşi Bardas tarafından çocukları Anna, Anastasya ve Pulherya'yla birlikte bu manastıra getirilmiştir. VII. Konstantin'in kitabı De Ceremoniis'te yazdığına göre burası aynı zamanda Teodora'nın aile mezarlığı gibi kullanılmaktaydı. Kendisi, kardeşi Petronas, annesi ve üç kızı burada gönülmüştür. Şehir Türkler tarafından ele geçirilmeden önce yapının yazılı kaynaklarda adının son geçişi, bir Rus gezginin notlarındadır. 15'inci yüzyılın ikinci çeyreğinde şehri ziyarete gelen bu Rus gezgin ayrıca İstanbul surlarının yakınında çeşitli azizlere ait kutsal emanetlere ev sahipliği yapan bir manastırdan söz eder. Bu manastır Gastrion Manastırı ile ilişkilendirilmektedir. Şehrin düşüşünden kısa bir süre sonra şehirdeki metruk yapıları yenileme politikası uygulanmıştır. Sultan II. Mehmet'in sancaktarı Hayrettin Efendi yapıyı bir mescide çevirmiş ve öldükten sonra naaşı buraya defnedilmiştir. Bu yapının ikamesi için kurulan vakıf günümüze ulaşmamıştır. 1894 yılında İstanbul'da meydana gelen büyük depremde yapının bir bölümü çökmüş; kapsamlı bir onarımı ancak 1973 ve 1976 yılları arasında görmüştür. 1877 yılına ait bir kitapta yer alan bilgilere göre, caminin kubbesi yoktur ve çatı kırmızı kiremit kaplıdır. Yapının doğu duvarında derin bir çatlak söz konusudur. 1894 yılındaki depremde binanın bir kısmının yıkılması büyük olasılıkla bu çatlak nedeniyledir. 1894 depreminde büyük zarar gören caminin çevresi daha sonraki yıllarda gecekondularla dolmuştur. Bir dinî yapıya göre oldukça küçük kalan boyutları nedeniyle bu yapının, manastırın kilise bölümünden çok, önemli dinî kişiliklerin defin şapeli olarak kullanıldığı sanılmaktadır. 14'üncü yüzyıl Paleologos dönemi yapılarıyla ilişkilendirilmektedir. Düzensiz sekizgen biçimde yapılan yapının iç kullanım alanı haç planlıydı. Doğuya doğru çıkıntı yapan bir apsisi vardı. Haç planlı iç kullanım alanı ve bu apsis büyük olasılıkla 1973 yılında başlatılan onarım çalışmalarında yeniden oluşturulmamıştır. Yapının içindeki tonozların kemerlerinin yaklaşık olarak 6,5 metre çapındaki bir kubbeyi taşıdıkları sanılsa da, kubbenin özgün biçimi bilinmediği için bu onarım sırasında kubbe de es geçilerek çatı eskiden olduğu gibi kiremitlerle örtülmüştür. Binanın aydınlatması, karşılıklı duvarlara açılan pencerelerle sağlanmıştır. Tüm pencereler derin bir kemerle çevrelenmiş olup yapının içine açılmaktadır. Duvar yapımında geleneksel Bizans mimarisinde olduğu gibi tuğla ve yontma taş birlikte kullanılmıştır. Yapının dış cephesine çok renkli bir görünüm veren bu tarz, Paleologos dönemi mimarisinin en yaygın uygulamalarındandır. Kuzeybatı ve güney taraflarda günümüzde de hâlâ var olan duvarların onarım çalışmaları başlamadan önceki durumlarına bakıldığında, yapının izole hâlde olmadığı; bir başka yapıyla bitişik nizamda durduğu anlaşılmaktadır